Web Tasarım Ankara

GÜÇ ZEHİRLENMESİ!

Kürşad Atalar

mkatalar@hotmail.com

20.05.2016 

            Türkiye’de ‘başkanlık sistemi’ bağlamında yaşanan gelişmeleri ve son birkaç aydır bu konuda yapılan ve giderek şiddetlenen tartışmaları nasıl yorumlamamız gerekiyor? Birileri ülkede ‘rejim’i mi değiştirmek istiyor, yoksa yapılmak isteneni, ülke yönetimindeki ‘uyumsuzluğu’ gidermek için ‘millet hayrı’na yapılan ‘normal bir düzenleme’ olarak mı görmek lazım?

Son aylardaki tabloya baktığımızda, ülkenin bu konuda iki kampa ayrılmış olduğunu görüyoruz. Farklı ideolojik veya siyasi eğilimlerden birçoklarına göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık sistemi konusundaki ısrarı, ‘tek adam’ olma arzusundan kaynaklanıyor ve bu istek, ciddi bir ‘rejim değişikliği’ tehlikesine işaret ediyor. Bunun karşısında yer alanlara (yani Erdoğan’ı destekleyenlere) göre ise, yapılmak istenen, sadece, ülkenin adet ve geleneklerine uygun ‘en iyi yönetim sistemi’ni bulmaya çalışmak ve bu talebin rejim değişikliği ile de hiçbir alakası yok!

 Konuyla ilgili elbette benim de bir fikrim var, fakat bunu, gerekçeleriyle birlikte başka bir yazıda ifade etmeyi daha uygun buluyorum. Bu yazıda ise, soruya başka bir grup tarafından verilen cevaba dikkatinizi çekmek ve bu cevabı irdelemek istiyorum.

Bu grup, AKP iktidarı döneminde uygulanan siyaseti genel olarak olumlayan, seçimlerde AKP’ye oy veren, fakat onun bazı ‘yanlışları’nı ‘düşük profilli’ bir itiraz tonuyla dile getirmekten de geri durmayan kesimlerden oluşuyor. Bunlar, yaşanan süreçte, Erdoğan’ın giderek daha çok ‘tek adam’ imajı çizmesini, basitçe, ‘güç zehirlenmesi’ne bağlıyorlar ve bunun bir nevi ‘kaçınılmaz sonuç’ olduğunu ima ediyorlar. Yani demek istiyorlar ki, “Erdoğan’ın yerinde kim olsaydı, yine böyle bir tablo ortaya çıkardı! Çünkü güç, sahibini zehirler; kimse de bunun istisnası değildir!”

Acaba, bu doğru mu? Yani ‘güç’ün zehirleyici etkisi olduğu ve bu durumun her hal ve durumda geçerli olduğu söylenebilir mi?

Ben öyle düşünmüyorum. Ama görüyorum ki, gerek Erdoğan’ı kıyasıya eleştirenler, gerekse onu savunanlar arasında birçokları bu kanaati paylaşıyor!

Peki, bunun sebebi ne olabilir? Niçin farklı gruplar bu konuda aynı noktada birleşiyorlar?

Zannımca, bu sorunun cevabını, evvelemirde, bu grupların ‘insan’a bakışında aramak gerekiyor. Öyle anlaşılıyor ki, her iki grup da, insanı belirleyen şeyin ‘çevresel şartlar’ olduğu kanısına sahipler ve o yüzden, Erdoğan’ın, bir takım yaşanmışlıklar sonucunda ‘güç zehirlenmesi’ne maruz kaldığını düşünüyorlar.

Ben ise, bunun esasen yanlış olduğunu ve yaşanan şeylerin (bunlar ne olursa olsun), kişiyi veya kişideki ‘öz’ü değiştiremeyeceğini savlıyorum.

Yani diyorum ki, eğer bir kişi değişmişse, o, zaten ‘değişecek’ biridir!

Başka bir ifadeyle, güç insanı zehirlemez. Güç, ‘zehirlenecek insan’ı zehirler!

İddiama itiraz geleceğini biliyorum; fakat ben yine de sözümden geri dönmüyorum ve diyorum ki: hangi şart, hangi ayartıcı durum, hangi zorluk vs. olursa olsun; bunlar kişiyi değiştirecek, onu başkalaştıracak etkenler olamazlar; bu faktörler ancak ‘içinde değişme temayülü’ olan kişiyi değiştirebilirler!

Muarızlarımın, Batı’dan veya Doğu’dan birçok örnekle karşıma dikileceğini ve: “işte Romalı yöneticiler, işte Napolyon! Güç zehirlenmesine bunlardan iyi kanıt olur mu?” diyeceklerini biliyorum.

Örneklerin yeterli olmayabileceğini düşünenlerin ise, ‘teorik’ delillendirmelerle itirazlarını sürdüreceklerini ve Lord Acton veya Lamartin gibi kaynaklara atıfla: “güç yozlaşma doğurur; mutlak güç, mutlak yozlaşma demektir” türünden genellemelerle tezlerini güçlendirmeye çalışacaklarını da kestirebiliyorum.

Fakat yine de iddiamdan vazgeçmiyorum.

Çünkü kanıtlarım var.

Bunların içinde en önemli olanı ise, Hz. Süleyman!

Nasıl mı?

Şöyle: eğer güç insanı zehirleseydi ve bunun da istisnası olmasaydı, en çok zehirlenenin Hz. Süleyman olması gerekirdi! Çünkü biliyoruz ki, Hz. Süleyman, Allah-u tealadan, “kendisinden sonra kimseye verilmeyecek bir mülk” istemiştir ve bu duası da kabul olunmuştur!

Hz. Süleyman’a verilen bu ‘mülk’ün ne olduğuna baktığımızda ise karşımıza, ‘güç’ ve ‘zenginlik’ kavramlarıyla özetlenebilecek büyük bir ‘varlık’ hazinesi çıkıyor. Görüyoruz ki, Süleyman (AS) sadece güçlü bir ‘hükümdar’ değil, aynı zamanda ‘zengin’ bir kişi. Saba melikesini ağırladığı saray öylesi bir ‘ihtişama’ işaret ediyor ki, o dönemde veya başka bir dönemde hiçbir hükümdar bu türden haşmete sahip olamıyor! Ayrıca kuşlarla, karıncalarla konuşuyor; rüzgarın ulaşabileceği çok uzak mesafelere kısa zamanda gidebiliyor; cinlere hükmedebiliyor! (Tabii bu son saydıklarıma sahip olmak için nice varlıklı şahsiyet servetini yollara dökerdi, bunu da unutmamak lazım!).

Kısacası, Hz. Süleyman, sıradan bir insanı kolaylıkla ‘saptıracak’ güç ve zenginliğe sahip biri olmasına rağmen, yine de sapmıyor. Bunu nereden anlıyoruz? “Ya rabbi, bu nimetleri şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğimi sınamak için bana verdiğini biliyorum” şeklinde yaptığı duadan anlıyoruz.

Peki, bu nasıl olabiliyor? İşte konuyla ilgili olarak asıl cevabını aramamız gereken soru budur.

Bir insan nasıl oluyor da, gücün zirvesinde iken, nimetler içinde yüzüyorken, üstelik sıradan insanların asla sahip olamayacakları ‘olağanüstü’ özelliklere de sahip iken, nasıl oluyor da, ‘kul’ olduğu bilincini yitirmiyor ve güç zehirlenmesine maruz kalmıyor?

Bu soruya “insan var, insancık var!” şeklinde cevap verebiliriz diye düşünüyorum.

Gerçekten de, birçok insan, Hz. Süleyman’ın sahip olduklarının yarısına, onda birine veya yüzde birine sahip olsa, yoldan çıkar, çıkabilir. Doğu’da, Batı’da birçok toplumda görüyoruz ki, eli azıcık para gören kişi, kolayca sapıtabiliyor. Doğu’da Batı’da birçok insan görüyoruz ki, küçük de olsa bir makama otursa, bir süre sonra değişiyor ve bambaşka biri olup çıkıyor!

Yakın zamanda bir köşe yazarının söylediği gibi, “para, kadın ve makamın bozmadığı” insan sayısı, gerçekten, bütün toplumlarda azdır!

Ama Hz. Süleyman bunların kat kat fazlasına sahip olmasına rağmen, bozulmuyor ve yamulmuyor!

Bu nasıl olabiliyor?

Olur. Çünkü bu ‘adam kalitesi’ ile ilgili bir şeydir!

Yani siz ‘adam’ iseniz, yani karakteriniz sağlam ise, yani kalibreniz yüksek ise, ne para ne makam ne de kadın sizi bozabilir.

Ama sizde bir zaaf varsa, o zaman kural işleyecektir! Yani güç, işte o zaman sizi yozlaştıracaktır.

Bilindiği gibi, ‘insan kalitesi’ni ölçmenin en iyi yolu, kişiyi ‘ilim’ ve ‘zenginlik’le denemektir. Çünkü her ikisi de ‘güç’ kaynağıdır! Bana göre, imtihanların en zoru ‘ilim’ ile yapılandır. Çünkü onun sorumluluğu daha ağırdır. O yüzdendir ki, “peygamberlerin varisi alimlerdir.” Zenginlikle imtihan da hemen ondan sonra gelir. Bu imtihandan yüz akıyla çıkabilen insan sayısı da, bütün toplumlarda fazla değildir.

Dolayısıyla, buradan, “iddiamızda bir hata yok” sonucuna ulaşmamız da mümkün oluyor!”

Tabii, bunun tersi de doğrudur. Yani olumlu yönde ‘değişecek’ olan insan da, her türlü olumsuz şarta rağmen, yine de değişebilir. Bunun çağdaş dönemde belki de en iyi örneği, ‘sembol şahsiyetler’den Malcolm X’tir. O, gençliğinde ‘olumsuz’ denilebilecek her türlü çevresel etkiye maruz kalmasına rağmen, yine de, doğruyu bulabilmiş ve olumlu yönde bir dönüşüm yaşayabilmiştir! Bunun nedeni, onun ‘öz’ünün bozulmamış olmasıdır. Nitekim otobiyografisinde kendi itirafıyla sabittir ki, Malcolm X, bu olumsuzlukları yaşarken bile, içsel sorgulama, düşünme ve eleştiri hassasiyetini kaybetmemiştir. Yani özü bozulmadığı için, çevresel şartların aşırı zorluğu dahi, onun olumlu yönde dönüşüm yaşamasına engel olamamıştır.

Bu, bize şunu gösterir: dönüşümde belirleyici unsur ‘sağlam karakter’dir; çevresel şartlar ancak etkileyici ‘faktör’ olarak işlev görebilir.

Bendeniz, Türkiye’de başkanlık sistemi bağlamında yaşanan son gelişmeleri anlamak için, meseleye bu açıdan bakmayı daha doğru görüyorum.

Demek ki ne dememiz gerekiyormuş! Eğer birileri ‘tek adam’ olmaya hevesleniyorsa, bilelim ki, burada mesele, aslında güç zehirlenmesi ile ilgili değildir.

Varsa bir yozlaşma, o, kişinin içinde olan bir şeydir. Şartlar, sadece o yöndeki bir arzunun açığa çıkmasına hizmet eder!

 

 

Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

Kategori: Kürşad Atalar