Web Tasarım Ankara

 DEĞİŞİMİN DOĞASINA DAİR

İslam Özkan

islamozkan@gmail.com

04.07.2016

 

“Değişmeyen şey, değişimin kendisidir” şeklinde dile getirilmiş olan aforizma da aslında değişmenin evrenin mütemmim bir cüzü, değişmeyen tek hakikati olduğunu, oluşla değişme arasındaki kopmaz bağı vurgular. Ancak kainattaki sürekli oluş ve eylem hali, değişimi kaçınılmaz bir olgu, hayatın adeta kendisi haline getirirken aynı zamanda onu mümkün kılan şeyin süreklilik olduğunu da vurgular. Bir başka ifadeyle değişim ancak süreklilik içerisinde anlam kazanır. Süreklilik değişimin doğasındaki kaosu dengeler, kaosu ehlileştirerek onu faydalı bir hale getirir.

Sosyal hayattaki değişim de böyledir. Nasıl ki doğadaki başkalaşım, birikimin düzenli tekrarlarla ortaya çıkmasıyla meydana geliyorsa, sosyal hayatta da farklı aktörlerle ilişkiye giren toplumsal katmanların değişimi bloke etmek yerine onu kendi içinde saklayıp sonra bunu açığa çıkarması durumu söz konusudur. 

Değişim, doğada da sosyal hayatta da birikimlerin bazen tedrici zuhurlarıyla bazen de ani patlamasıyla ortaya çıkar, ancak en önemli farkı, sosyal hayattaki birikimlerin hatta bazen bu birikimin yol açtığı değişimlerin kolay fark edilememisidir. Toplum mühendislerinin değişimin yönünü ve muhtevasını kestirememeleri, kendi sonlarını da hazırlayan bir durumdur. Bu yüzden değişimin ne zaman ve nasıl gerçekleştirileceğinin belirlenmesi de siyasilerin başarılarını belirleyen bir etkendir.

Daha doğrusu toplumsal değişim denen olguyu kavrayabilen ve bununla uyumlu siyaset yapabilen yöneticilerin başarı şansı vardır. Zeitgeitz’ı yakalama noktasında ortaya çıkan acziyet, öngörüsüzlük sadece siyasilerin başarısızlığını değil, cehennemin kapılarını ardına kadar açacak bir yeni bir toplumsal süreci tetikleyebilir. 

Üstteki yönetimin doğası ne olursa olsun, toplumsal değişim alttan akıp gitmekte. Son dönemde Türkiye’de yaşananların toplumsal değişimle ne ölçüde atbaşı gittiğini ne ölçüde buna ters olgular zuhur ettiğini yıllar gösterecek. Bu akıp giden birikimin bir şekilde patlak vermesiyle ortaya çıkacak değişimi kontrol edemeyecekse iktidar, ufak fırça darbeleriyle yönlendirmeyi deneyecektir. Bunda başarısız olursa ortaya çıkacak olan şeyin adı ya darbe ya devrim olur.  

Örneğin inşaat merkezli kalkınmanın yol açtığı çevre tahribatı ve metropollerdeki yığılmanın da sosyolojik bir karşılığı olacaktı mutlaka. Nitekim Gezi direnişi, kalkınma ve refahın getirdiği toplumsal maliyeti ıskalayan, kalkınmanın yan etkilerini rehabilite etmek bir yana, kalkınmanın olanca kabalığıyla, hoyratlığıyla devam etmesine yeşıl ışık yakan bir anlayışa karşı yapılmıştı.  Anarşist bir ruhtu gezi ruhu, bu anlamda yeni jenerasyonun maruz kaldığı değişimleri de  bizlere gösteren önemli bir kilometre taşıydı. Sosyolojik çözümlemeler sayesinde internetin, video oyunlarının, android telefonların dünyasında büyümüş genç kuşakların nasıl bir düşünce düyasına ait olduklarını öğrenmiş olduk.

O günden bugüne ise otoriterleşen bir Türkiye tablosu, hayatımızı işkenceler, tutuklamalar şeklinde değil de halkın koca bir troller ordusuna dönüştüğü, medyanın bütünüyle propaganda aygıtı haline geldiği, insanların sosyal medyada paylaşım yapmaktan çekindiği, memurların iş ve ekmek korkusuyla baskı altına alındığı bir siyasal yapıyla hayatımızdaki yerini aldı. Bu yönetim tarzına yeni bir isim aramak gerekir, ona da siyaset bilimciler karar versin, ancak onlar yeni bir isim bulana kadar ben “sof otoriteryanizm” ifadesini kullanmayı tercih edeceğim.

Türkiye’de iktidarın soft bir otoriter rejimle işleri rayına koymaya çalışması, yeni trendin tatlı-sert otoriter yönetimler olduğu bir dünyada zamanın ruhuna oldukça uygunmuş gibi bir izlenim yaratmakta. Ama bu izlenim, vakıayı ne ölçüde yansıtıyor işte orası biraz tartışmalı. Türkiye’nin toplumsal yapısı  otoriter yönetimi daha ne kadar kaldırabilir? Tanzimattan beri bu durumun bir kaç istisnası olsa da Türkiye toplumu on yıllarca otoriter yönetimlerle yüzleşmedi. Otoriter yönetimin Türkiye halkı tarafından kabullenildiği dönemler hep ara dönemler olmuştur, uzun süren bir baskı rejimi Türkiye’nin doğasına ters. Ancak bu sıradan bir otoriteryanizm değil. Erdoğan’ın çapulcu vb. ifadelerle saldırmasına ve üst perdeden atıp tutmalarına rağmen özel hayata olabildiğince az karışan, bunu yaptığında da ilkesel bir tutum içerisinde olmak gibi bir derdi olmayan, tamamen muhafazakar kesimden oy devşirmeye çalışan bir anlayış bu. Hatta Türkiye’de yaşanan toplumsal ve ahlaki dejenarasyona bilerek ya da bilmeyerek katkıda bulunan bir liberalizmden bahsetmek bile mümkün AK Parti’nin zihin kodlarında. Asıl mesele iktidarda kalmak olunca gerisi de teferruat oluyor haliyle.

Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

Kategori: İslam Özkan