Web Tasarım Ankara

KURAL”LI TOPLUM MU, “KRAL”LI TOPLUM MU İSTİYORUZ? 

Adem Çaylak

ademcaylak@gmail.com

30.05.2016

“Olmayan” İslam dünyası ve “ebedi şeflik” bedenini “kutsal reislik” ruhu ile perçinlemeye çalışan muhafaza”kar” “yeni Türkiye” tiyatral sahnesinin en büyük sorunlarından birisi de, “kural”lı toplum olmak yerine, “kral”lı toplum olmaklık halini sürdürmeyi tercih etmesidir. Yüzyıllardır bu coğrafyada, mezhep, tarikat, cemaat, camia, dernek ve vakıf gibi “mikro cemaat”lerin çoğunluğunda ve devlet gibi “makro cemaat” tipi örgütlenmelerin hemen hemen hepsinde aşağıdan yukarıya hiyerarşik bir biçimde işleyen içsel mekanizma, “kural”ları değil “kral”ları ortaya çıkarmıştır.

 

Hikmeti kendinden menkul”, “kerametinden sual sorulmaz”, “halifetullah” ve “zillullah-ı fil alem” (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) sıfatlarıyla, peygamberlere bile nasip olmayan mertebelere yükseltilen gavslar, şeyhler, hocalar, hocaefendiler, halifeler, melikler, başbuğlar, reisler, ulu sultanlar ya da kutsal yöneticiler, İslam dünyasındaki mikro cemaatlerin çoğunluğunda ve devletlerde niçin “kural”ların değil de “kral”ların hakim olduğunun en büyük delilidir.

 

Kur’an’ın ilahi mesajı ve peygamberler geleneği, “kişi” kültü üzerine kurulu küçük ya da büyük “kral”cıklar ortaya çıkaran mekanizmayı reddettiği, “ilke”, “değer” ve “had”ler üzerine kurulu “kural”ların, peygamberler dahil herkesi bağladığı Müslümanlar tarafından kesin olarak bilinmesine rağmen, en küçük mikro ya da makro cemaatsel örgütlenmelerde ve en basitinden en karmaşığına kadar günlük yapıp etmelerde, neden “kural”lara değil de, “kral”lara tabi olmak, tabirimi mazur görün ama, adeta farz-ı ayn (!) mertebesine yükselmektedir?

 

Yanlış anlaşılmasın lütfen, burada “kural” ve “kral” kavramlarını metaforik ve sembolik anlamda kullanmaktayım. İki kavram arasında imgesel düzeyde kategorik ayırıma gitmemim nedeni, bir toplumsal yapılanmada yönetici, lider ya da önder olmaklık durumunu reddetmek değil, “kural” ve “ilke”lere bağlanmak durumunun, o toplumda “kral”cıklar çıkarmayacak denli, tabi olanlardan sorumluğu daha büyük olan baştakileri bağlayacak bir mekanizmanın toplumun tüm zerresine nüfuz etmesiyle ilgilidir. Başka bir deyişle, hangi seviyede olursa olsun, mikro ya da makro tüm örgütlenmelerde, liderlik konumunda bulunanlarının ululuk, yücelik, ermişlik, kutsallık ve “kral”lık sıfatlarını reddetmediğiniz sürece, o toplumda “kural”ların yöneticiler dahil herkesi bağladığını iddia edemezsiniz. Her “sürü”nün bir “çoban”ı olur mantığı üzerinden insanları “sürü”leştiren zihniyet dünyası, her toplumsal seviyede “kural”ları (otları) biçeçek “kral-çoban” bulmakta zorlanmayacaktır.

 

O halde neden yüzyıllardır “kural”lı toplumu değil de “çoban-sürü” metaforu ve “kutsal yönetici” imgesinden beslenen “kral”lı toplumu tercih ediyoruz? Dün, sözüm ona kendimizden değil diyerek “ebedi şef”e yapılan ta’zim, kıyam, ululama ve önünde eğilme törenlerine karşı, insanın insana kulluğu olamaz “dinsel” nidaları ile muhalefet ederken, bugün sözüm ona kendimizden diyerek “kutsal reislik” makamına çıkartılan liderin her söylediği ve yaptığı karşısında tam bir itaat gösterilmesinin ve Allah’n mesajını oturup dinlerken, mesajının okunduğu yerde adeta “kıyam”a duracak seviyeye inilmesinin nedenleri üzerinde düşünmek gerekmez mi?

 

Aslına bakılırsa, her seviyede “kural”lara değil de “kral”lara itaat edilmesi, “kral”a inançtan ziyade, “kral” üzerinden oluşan içsel mekanizmanın kişiye sağladığı psikolojik, sosyolojik, iktisadi ve siyasi fayda-maliyet analizinden kaynaklanmaktadır. “Tiran, tiranlaştırır” sözü genelde yukarıdan aşağıya giden bir süreç olarak düşünülse de, “tiran”ı “tiranlaştıran”, aşağıdan yukarıya hiyerarşik bir zincirleme ile oluşan besle(n)me ruhudur. Besleme ve beslenme zinciri olmadan “kral çıplak”, “tiran ölüdür”.

 

Bir kere, “kural”a değil de “kral”a uymak, düşünmekten/sorgulamaktan ve korkudan kurtarmaktadır. Düşünmek ve korku, üstesinden her babayiğidin gelebileceği bir ameliye değildir. İkinci kere, yaratılan ya da hissedilen iç ya da dış düşman ya da öteki korkusundan azade kılar “kral”a uyma psikolojisi. Bu yüzden “kral”lar, krallıklarını sürdürmek ve güçlendirmek için daima travmatik “iç” ve “dış” düşman yaratmak zorunda kalırlar. Aynen devletlerin yaptığı gibi. Bu düşman/öteki yaratma ameliyesi, yukarıdan aşağıya zincirleme tabi olanları besler ve “kural”a değil, “kral”a bağlılığı pekiştirir.  Üçüncü kere, eziklikten, özlem ve hayallere dalma badiresinden kurtarır “kral”a uymak psikolojisi.

 

Dördüncü kere, “kural”a değil de “kral”a uymak, “kral”ın yanında ve önünde saf tutarak elde edilen mikro pozisyonlarda olanları da “kralcık” yapar. Kralcıkların toplulaştığı, sosyalleştiği ve al gülüm ver gülüm sarmalının olduğu yerde, “kural”lar değil, “kral”lar hakimdir. Beşinci kere, “kural”lı toplumda yaşamak, kendin kadar başkalarının da hakkını ve hukuku gözetmek durumunda kaldığın için bedel ister, ancak “kral”a söz etmediğin, boyun büktüğün sürece “kral”lı toplumda yaşamak kolay ve bedelsizdir. “Kral”lı toplumda “kural”lar zaten delinmek için vardır. “Kral”ı bağlayan her hangi bir “kural” olmadığı için zaten en büyük “delik” açılmıştır. “Kral”a uyan herkes de bulunduğu pozisyon ve çapa göre deliklerden girecektir.  Çünkü, toplumsal yaşamımızın her bir anında “kural”a uymak, aslında var olan “delik”leri dikmek, yani “dikişsiz topluma” ulaşmaktır. Bu da, herkesin üstesinden geleceği bir ameliye değil, karşılıklı “kural”lara uyma ahlakı ve yaptırımı ile imkan dahiline girecektir. “Kral”lı toplumda, ne ahlak ne de yaptırım, herkesin işine gelebileceği ve kabullenebileceği bir erdem değildir.   

 

Altıncı kere, “kral”a tabiyet, “kural”a uymanın beraberinde zorunlu getirdiği “bedel” ödememe rantabilitesi sağlar. Çünkü “kural”a uymak, her zaman olmasa da çoğu kere, “bedel” ödemeyi beraberinde getirir. Zorunlu ödenen karşılıklı bedellerle toplum olmayı başaramayanlar, her daim “kral”a itaati meşrulaştıracak çareler ararlar. Hatta onlara göre, yasa/kural, kralın/egemenin buyruğu haline gelir. Yedinci kere, “kral”a uymanın maddi ve manevi getirisi (makam, para, şan, şöhret, güç vd), “kural”a uyarak elde edilen çaba ve emek gerektiren getiriden daha kolay ve daha az maliyetlidir. Sekizinci kere, “kral”lı toplumu istemek, az ya da çok “win-win” durumundan, bulunulan yere göre pay kapma imkanı verir. “Kural”lı toplumda bunun garantisi yoktur. Dokuzuncu kere, “kural”lı toplumda para, servet, maddi ve manevi güç “tek” ve “belirli” ellerde toplaşmaz, toplumsalın içinde dağılır ve dağıtılırken, “kral”lı toplumda para, servet, maddi ve manevi gücün dağılımı, “tepe”dekinin en çok paya sahip olduğu ve aşağıya doğru bulunulan pozisyona göre payın kapıldığı üçgen piramide dönüşür.

 

Onuncu ve son kere, “kural”lı toplumda şaklabanlık yaparak, takla atarak, el etek öperek, amigoluk yaparak, tetikçilik yaparak ya da aşırı övgü ya da yergi yaparak bir yere gelinmezken, “kral”lı toplumda, “padişahım sen çok yaşa”, “yaşasın kralımız” ve “analar senin gibi bir evlat daha doğurmadı”,Allah peygamber gönderseydi, senin gibi birini gönderirdi”, “Allah’ın elinin ‘kral’ımın elinin üstünde olduğunu hissediyorum”, “Kral’ımız, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir”, “şeyhimin kerametleri çıkıyor”, “şeyhim keramet sahibidir” türünden basma kalıp sözler söyleyenler, hiç çaba ve emek sarfetmeksizin “kral”ın izin verdiği güç ve imkana kavuşurlar.

 

Velhasılı kelam, İslam dünyası ve Türkiye, mikro cemaat ya da makro cemaat (devlet) tipi örgütlenmelerin maddi ve manevi iktidarlarına dayanan “kral”lı toplum üreten mekanizmalarından kurtulup “kural”lı toplum haline gelme bedelini göze alamadığı sürece, kadim devlet aklı tarafından belirli amaçlar için kullanılarak tarihin çöp tenekesine atılmış nice “kral”ların “kararmış enselerde boza” pişirmesine sahne olacaktır.

 

Hazreti (!) Muaviye’nin, “Bunu ben yapmadım, Allah yaptırdı, Allah istemeseydi, ben başınızda olmazdım, ben sadece Allah’ın dileğini yerine getiriyorum” mealindeki “icbar” ideolojisi (Cebriyecilik) ve “kutsal meliklik/saltanatlık” rejimini başlatan “halifetullah” söylemi ve başkaca mikro sosyo-politik ortam ve cemaatlerde oluşturulan manevi sömürü aparatları ile “itikatlaştırılan iktidarların” çoğunlukla yörüngesinde ilerleyen, Arap-İslam, Farisi-İslam ve Türk-İslam imparatorlukları devlet siyasal aklı ve geleneği, “hikmet-i hükümet” (raison d’etat) ve devletin devamlılığı adına, daha çok maddi ve manevi “kral”lar kullanmaya devam edecektir.

 

Dünün, “ebedi şef”liği, bugünün “kutsal reis”liği ile huzura kavuşadursun. Kadim devlet aklı, “şeflik” ya da “reislik” üzerinden “kral”ları değiştirirek kan tazelemeye devam ederken, olan hala “kural”lı toplum, yani adalet ve hukuka dayalı toplum olmanın maliyetine katlanmayı göze alamayan, “kral”lar var oldukça çabasız ve maliyetsiz kazanç sağlayacağına inanan toplum kesimlerine olmaktadır. Çünkü “kral”ların olduğu yerde, tüm toplum değil, “kral”ın izin verdikleri kazanacaktır sadece. O da, “kral”ın istediği ölçüde. Karar verebildik mi acaba, “kural”lı toplum mu istiyoruz yoksa “kral”lı toplum mu istiyoruz?        

 

Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

Kategori: Âdem Çaylak