Web Tasarım Ankara

 “PENSİLVANYA”DAN “MENZİLVANYA”YA MÜNTESİP ÇIKAR VE İNSAN TORNASI

 

Âdem Çaylak

ademcaylak@gmail.com

24 Temmuz 2023

 

 

 

“Kırk yıldır bütün sektörleri dolaştım. En kârlı sektörün din sektörü olduğunu gördüm” (Osman Bölükbaşı).

 

 

Diğer dinlerin aksine İslam’da, dini kurumsal yapılar ikincildir ve dinin özünü tehlikeye düşürdüğü ölçüde yaygın da değildir. Şamanların yerini alan Yahudilik Rabbi’leri ve Pagan mabed ve rahiplerinin yerini alan kilise ve papazlık kurumu İslam dininin ilk halinde yoktur. Budizm ve Hinduizm gibi ruhbanlık ve dünyadan kopuş hali (sofizm) İslam’ın özünde yer almamaktadır. Allah ile arasına dini görünümlü dünyevi kurumlar sokmak Müslümanca bir tutum değildir. Bununla birlikte İslam’la müşerref olan Türklerden Şamanlık ya da Şifacılık, İran ve Hintlilerden Sofizm, Hıristiyan Araplardan dervişlik İslami hayata nüfuz etmiş ve bugünkü tarikatları ve cemaatleri oluşturmuştur. İslam’da tarikatçılık ve cemaatçilik çoğu zaman dinin esasına aykırılık teşkil etmeyen bir sosyalleşme ve farklılaşma aracı olmuştur. İslam’ın fetih çağında Müslüman olmayan toplumların İslamlaşmasında çok önemli vazifeler gören tarikatlar, özellikle kırsal kesimdeki insanların dini bakımdan eğitilmelerinde önemli rol oynamıştır. Tarikat ve cemaatlerin böylesi işlevleri olmakla birlikte, maalesef zamanla işlev, nitelik ve özün yerine geçmeye başlamış ve büyük çoğunluğu ile kurumsal yapılar idealist ve aşkın insan-ı kâmil (erdemli insan) yetişmesinin önünde büyük engel olmaya yüz tutmuştur.

 

Tarikat ve cemaatler, günümüzde seküler modern kurumlarla uyumlaşmakta zorlanan dindarlar için önemli bir sosyal kulüp, referans ve çıkar fonksiyonu görmektedir. Özellikle hayatının erken dönemlerinde tarikat/cemaate intisap eden Müslümanların büyük çoğunluğu, orta yaşlarına doğru aynı tornadan çıkmış birbirlerinin tıpkısı kolektif üyelere dönüşmektedirler. Derin İslam “ahlaklarına” ve kıskanılası “dini yaşantılarına” rağmen büyük çoğunluğu ile tarikat ve cemaat müntesiplerinin, idealist ve aşkın insan-ı kâmil olabildiğini söylemek mümkün değildir. Beşerin olgunlaşarak insan-ı kâmile dönüşebilmesi ve bir deneyim özerkliği elde edebilmesi, bilgiye nüfuz etmesi ile mümkündür.

 

Müntesip oldukları kurumsal yapılarda, doğru bilgiye mugayir olan hususları eleştirmek şöyle dursun, düşünmemek ya da meşrulaştırmak için elinden gelen her şeyi yapan bir zihniyet dünyası, kutsal “hizmet” ya da “vazife” uğruna büyük bir adanmışlıkla kendini araçsallaştırdığının farkında bile değildir. Müntesiplerinden “fenafilhizmet” ya da “fenafilvazife” yoluyla benliklerini eritmesini bekleyen cemaatler ve tarikatlar Tanıl Bora’nın tabiriyle olsa olsa “homo servicus” (hizmet insanı) üretme makinesine dönüşmüştür. Sadece teknik olarak düşünen, sorgulamayan, vazifeden doğacak sonuca dair beklentilere kapılmayan, vazifenin içeriğini düşünmeyen bir itaatkar birey tipi, kolektivitenin amaçları uğruna araçsallaşan bir makinenin dişlisi haline gelmiştir. Ailelerinin koruyuculuğu ve düsturunu kaybetmeden büyük kentlerdeki cemaat ve tarikatlara giren insanlar, aynı koruyuculuk ve rahatlığı girdikleri kolektif topluluklarda sürdürmektedir. Ailesindeki babasının yerini hoca efendi, annesinin yerini cemaatin önde gelen ağabeyleri ve ablaları ve öz kardeşlerinin yerini de cemaat mensubu kardeşleri almaktadır.

 

Modern yaşamda kişinin kendinde “içkin” ve “aşkın” vücut bulması gereken isyan ruhu, cesaret, girişimcilik, risk alma, çalışkanlık, doğru kararları verme, tahayyül ve tasavvur derinliği, analiz gücü, öz disiplin ve sürekli sosyalleşme gibi devingen ve dinamik zorlayıcı unsurlar, tarikat ve cemaatler gibi kolektif topluluklarda yerini itaat, birlikte hareket etme, riske girmeme, grup için çabalama, kararların tepeden inme alınması, büyüklerinin söylediklerini yapma ve elindeki ile yetinme almaktadır. Aslına bakılırsa bu halleri ile cemaat ve tarikatlar, dindarları modernitenin isterlerine göre sosyalleştirip ehlileştiren “seküler ilahiyat” kurumları haline gelmiştir.

 

Tarikat ve cemaatçilik Müslüman toplumlardaki kolektif kurumlarından biridir. Ailelere benzer özellikler gösterdikleri için de üyeleri için sıcak bir yuva ve vazgeçilmesi zor bir güvenlik aygıtıdır. Tarikat ve cemaatler kolektiflik şuurunu dini seremoniler dışında zikir, hatme ve cevşen okuma etkinlikleri ile de pekiştirmeyi tercih ederler. Bu gibi etkinlikler müntesiplere biz olma ve bütünün parçası olma şuurunu aşılar. Dahası bu gibi seremoniler her bir tarikat ya da cemaati bir diğerinden ayıran özellikler gösterir. Bağımsız Müslümanlar ile diğer cemaat ve tarikatların müntesiplerinden farklı yapılan ibadetler müntesiplerde daha dindar oldukları duygusunu uyandırır.

 

Müntesiplerde özellikle küçük yaşlardan itibaren tarikat ve cemaatlerin yurtlarında kalanlarda cemaatine karşı güçlü bir vefa duygusu oluşur. Köyünde hiçbir şeye sahip olmayan bu saf gençler için tarikat ve cemaat yurtlarında aldıkları eğitim sayesinde toplumda bir konum elde etmeye başladıkça, cemaate karşı duydukları minnet duygusu artar. Bu bir bağımlılık ve tabiyet ilişkisi yaratır. Bu minnet duygusunun karşılığı müntesipler tarafından ömür boyu canı ve malı ile cemaat ve tarikata hizmet olarak ödenecektir. Tarikatlar ve cemaatler için müntesibe harcanan para ve emek, ileriki yıllarda fazlası ile geri ödenen bir uzun vadeli yatırım gibidir.

 

Bir taşralı açısından belli bir tarikatın veya cemaatin mensubu olmak hem bir övünç kaynağı hem de kendi cemaatinden olmayanlara iyi gözle bakılmayan bir psikolojiye neden olmaktadır. Dindar olmayan kitlenin ötekileştirilmesi ve ehli dünya olarak yaftalanmasının yanında, diğer tarikat ve cemaatlerin mensupları da doğru yolu bulamamış Müslümanlar olarak görülmesi şeklinde tehlikeli psikoloji yaratır.

 

Bölge İslam ülkeleri için bilinçli bir biçimde “model ülke” olarak sunulan Türkiye’de, tek-tipleştirici Kemalist seküler “cemaat”e itaati reddeden Müslümanları bekleyen en büyük tehlike, tek-tipleştirici dini “cemaat”çiliktir. Farklı dini grup, mezhebi bakış ve etnik temelde içe kapanmacı otoriter dini ve siyasi yapılar, kendi müntesibinden mutlak itaat beklemekte, kendi dışındaki birey ve grupları “öteki”leştirmektedir. Bunun nedenlerinden birisi, Türkiye’nin, Türk-İslam imparatorlukları geleneğinin şekillendirdiği “kamucu” ve “toplulukçu” bir siyasi kültüre sahip olmasıdır. Türkiye’de, farklı dünya görüşüne sahip toplum kesimleri, gerek kendi içlerinde kurduğu, gerekse başkaları ile girdiği ilişkide “topluluğun birlik ve dirliğini sağlayacak organik bir bütün ve lider kültüne” dayanmak istemiştir. Kendi seküler ve dini ortodoksisinden en küçük sapmaya karşı büyük bir tahammülsüzlük gösteren söz konusu kültürün “dinci” ya da “seküler” karakteri önemli değildir. Bu açıdan, beden ve zihin üzerine eğitim politikasıyla “itaatkar bedenler” ve “uysal vatandaşlar” topluluğu inşa etmek isteyen seküler Kemalist cemaat paradigmasını, biçimsel değişiklikler dışında “öz”de devam ettirecek dini “cemaat”çilik anlayışı arasında fark yoktur. Hatta ikincisi “din” kanalıyla toplumdan rıza devşirebildiği için daha tehlikeli sonuçları beraberinde getirebilir.

 

“Hikmet-i hükümet”, “hikmet-i cemaat” ya da “hizmet” adına lidere, şeyhe ya da hocaefendiye mutlak itaati va’zeden biat ve intisap kültürü, insanı, “seküler” ya da “dinci” cemaat içinde eritmektedir. Üstüne üstlük düşünmenin önüne ketler vurmaktadır.

 

Ali Şeriati’nin, “İnsanın istihmarlaştırılması” (eşekleştirilmesi) adını verdiği bu süreçte, bilinç kuşatılmakta ve düşünce adeta hadım edilmektedir. Devletten ve kendi cemaatinden farklı, özerk ve alternatif düşünce üretemeyen ferdin, hayat damarlarından tümü kopmuş demektir.

 

Aslına bakılırsa Türkiye’de devlet, büyük bir cemaattir. Ak Parti iktidarı ile birlikte devletin, “seküler” Kemalist cemaatçiliği tasfiye edilirken, devletin “ılımlılaştırılmış” “dinci” cemaatçiliği hortlamıştır. “Seküler” Kemalist cemaatçilik, eğitim-öğretim yoluyla kitlelere resmi ideolojiyi aşılamak ve tek tip insan yaratmak istemiştir. Sınırlı da olsa belirli ölçüde bunu başarmıştır. Ancak her şeye rağmen, dindar bir toplumda “seküler” Kemalist cemaatçiliğin, zaafla malul olması beklenir bir durumdur. Ne var ki, Kemalist cemaatçiliğe benzer şekilde örgütlenen, lider kültü ve cemaat içinde şeyh, gavs, abi ve abla gibi “hizmet” otoritelerinin uyarı, talimat ve yönlendirmelerini, düzenin ve dinin gereği olarak sorgulamaksızın kabule dayalı “dinci” cemaatçilik” anlayışı ve bu anlayışın biçimlendirdiği eğitim-öğretim süreci, tek-tipleştirici olduğu kadar, kendi “cemaati”nden olmayanlara karşı o kadar da “ötekileştiricidir”.

 

Eğitimden, ticarete, siyasetten spora kadar devlet içinde seküler Kemalist cemaatçi yapıyı tasfiye etmek isteyen, böylesi dinci cemaatçi anlayışın biçimlendirmek istediği yeni yapı, öncekinden farklı olmayacaktır. Hatta dinle meşrulaştırılmaya çalışılan tartışmaksızın sadakat ve liderliği kutsayan çarpık itaat kültürü ve İslami söylemden ötürü, daha tek-tip ve daha “itaatkar” olacaktır. Özellikle modernliğin parçaladığı, yaralı kuş haline getirdiği, maneviyata aç toplum kesimlerinin, kendilerini ve özellikle de biricik çocuklarını “emanet” edecekleri bir “mekan” tasavvurunda işleyen bu tip mekanizma, güçlendikçe “küstahlaşmış”, “güç” ve “çıkar” ilişki ve ağından nemalanmak isteyenlerin her türlü ayak oyunlarının dolu dizgin at koşturduğu “seküler mürit” yuvaları haline gelmiştir.

 

Ak Parti iktidarı ile birlikte her dini cemaat, kendi korunaklı “getto”sunu kurarak, etkileşimden kaçındığı sürece, ortak yaşam alanları ve özellikle de devlette temerküz eden güç merkezleri temelinde “çatışma” ve “sömürü”ye daha açık hale gelmiştir. Ak Parti iktidarında daha da artarak cemaat ve tarikatlar, en kâr getirici sektör olan din sektörünün temin ettiği “İslami rantın” paylaşım kavgasına girişmişlerdir. Makam, mevki, ihale, bina, basın-yayın vb maddi çıkarlar uğruna girişilen “İslami rant”.

 

Ortalık Şiasıyla, Sünnisiyle, Haricisiyle, Selefisiyle “mezhepist din” üretmeye devam ediyorsa, “Şiaist, Sünnist, Selefist ya da Haricist din”e akıllar kiraya verilmiş ya da onun tasallutu altındaysa, her biri “kendi yanındaki ile övünür dururken” ortalık çoğunluğu ile “hikmet-i çıkar, cip ve konforundan menkul” cemaat ve tarikat gavs, şeyh ve hocaefendiler üzerinden “cemaat ve tarikat holding ve şirketleri”ne dönmüşken, ortalık halis duygularla cemaat ve tarikatlara mentesip insanların madden ve manen sömürülmesinden geçilmiyorsa, zihniyet dünyası, “siz aklınızla ilahi vahyi anlayamazsınız, idrak edemezsiniz” diyen bir anlayışla malülken, ortalık Kur’an’ı Arapça “mukabeleler” üzerinden tavuğun yem yediği gibi okuyup duran, ancak onun anlamı ve hikmeti üzerinde düşünmeyen “menkıbe dine” teslim olmuşken, ortalık tesbihat ve zikri “dijital din”e teslim etmişken, ortalık yüzyıllar önce statükocu güçler tarafından iktidar ve çıkar adına uydurulmuş hadislerden geçilmezken, ortalık, “bir imama ya da şeyhe bağlı olmayan cahiliyye ölümü ile ölür” diye üretilmiş sözlerden geçilmiyorsa, kusura bakmayın ama Müslümanların çoğunluğunun akılları güç, çıkar ve iktidar sahiplerinin “ticarileştirilmiş” İslami rantçı söylemlerine kiraya verilmiş demektir.

 

Kategori: Âdem Çaylak